Ağustos ayı verileri geçtiğimiz hafta art arda açıklandı. TCMB’nin yayınladığı 3. Enflasyon Raporu, TÜİK’in açıkladığı enflasyon, işsizlik ve sanayi üretimi gibi verilerden yola çıkarak bu içeriğimizde sizi güncel ekonomi politikalarının vatandaşa nasıl “kaybet-kaybet” senaryosu yaşattığını açıklayacağım.
Öncelikle biraz hafıza egzersizi yapalım. Ne yaşamıştık? Yeni ekonomi politikası kendini “rasyonel” olarak konumlandırarak büyük bir duvar çekmişti. Aslında burada “rasyonel” olan krizlerden başını kaldıramayan ana akım (neoliberal) politikalardı.
Ne demişti rasyonel politikalar? Türkiye’deki enflasyonun nedeni talep fazlasıdır. Talebi azaltırsak enflasyon da düşer. Dolayısıyla faizleri artırmamız gerekiyor ki insanlar daha az harcama yapsın, daha fazla tasarruf yapsın. Burada gerçekçi iki itiraz var:
Bonus İtiraz: “Faizleri artırmak tasarruf etmeyi destekler” (parayı mevduata koyma) kısmında da büyük sorunlar var. Yüksek enflasyon içinde vatandaş hangi tasarrufunu vadeli mevduatta değerlendirecek? Faizlerin artışı, yüksek sermaye sahibi olanlarla sermaye sahibi olmayanlar arasındaki uçurumu da artırabilecek nitelikte.
Bunun yanında herhangi bir sermayesi olmayan ve yoksulluk sınırında yaşayan vatandaşlar kredi kartları olmazsa geçinebilir mi? Faizlerin artışı kredi kartı faizlerini artırarak düşük gelirli insanların yaşamına büyük etki etmiyor mu?
Buradan hareketle TCMB’nin 3. Enflasyon Raporu ve sonrasında yapılan basın toplantısına geçelim.
Raporda bir nokta dikkatimi çekti. Kartla yapılan harcamaların kırılımında ihtiyari harcamaların azaldığını, zorunlu ihtiyaç harcamalarının da yatay seyrettiği gösterildi. Bu olumlu bir gelişme gibi gözükse de yapılan harcama hacminden çok, bu harcamaların maliyetlerinin değişimini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Ne demek istiyorum? Eskiden 100 lira borç almak için yıllık 30 lira faiz öderken, şimdi 100 lira borç almak için yıllık 100 lira faiz ödüyoruz. Kredi kartıyla yapılan zorunlu harcamaların hâlâ aynı seviyede kalması, bu artan faizi ödemek zorunda kaldığımızı gösteriyor. Bu da, ister ihtiyaç olsun ister keyfi harcama, vatandaşların yaşam standartlarını korumak için daha fazla bedel ödediği anlamına geliyor.
TCMB sunumunun ardından bir basın toplantısı gerçekleştirildi. Burada sorulan soruya gerçekten hayret ettiğim bir cevap geldi. ANKA Haber muhabiri “Bir açık mektup ile asgari ücrete ikinci bir zam gelmemesi için bir tavsiye vermiştiniz ancak yine de enflasyon aylık bazda yükselmeye devam etti, vatandaş sürece nasıl inanacak?” sorusunu sormuştu.
Başkan ise “Biz karar mercii değiliz, inisiyatif sahibi hükümettir.” diyerek topu hükümete attı. TCMB’nin 5 Nisan’da yayınladığı açık mektupta asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesi konusunda “OVP’deki enflasyon tahmininin gözetilmesinin öngörülen dezenflasyon patikasının tesisi açısından kritik önemde olduğunu” vurgulamıştı.
Vatandaş rasyonel faiz artışlarını desteklemişti. Ancak şimdi en çok zarar gören ve arkasında durulmayan kesim haline geldi. İşte kaybet-kaybet senaryosunda varan bir.
Diğer verileri ise eş zamanlı tartışacağım. İlk olarak TÜİK işsizlik verisi ve sanayi üretimindeki düşüş.
İstihdamda kayıp bir ayda 234 bin olarak gerçekleşirken, sanayi üretimindeki düşüş ise aylık yüzde 2,1 ve yıllık bazda 4,7 olarak gerçekleşti.
Şimdi elimizde iki kesim var: İşi olan ve işlerini kaybedenler. Faiz artışlarıyla şirketlerin finansmanında sıkıntılar işten çıkarmalar veya kapanmalar olarak sonuç verdi. Peki öte tarafta işi olanlara ne oldu? Yıllardır asgari ücret artışlarıyla yönlenen ücretlerde bu sene birikimli 6 aylık enflasyon yüzde 24,73 olmasına rağmen bir artış yaşamadı. Ara zam yapan şirketlerin de sayısı bir elin parmağını geçmez belki de…
Yine rasyonel faiz artışlarını destekleyen halk işini kaybetme riski ile başbaşa kaldı. Şirketleri rahatlatacak maliye politikalarından da bir haber şimdilik yok. Kaybet-kaybet senaryosunda varan iki.
Güzel bir özet geçtik değil mi? Çok kısa bir şekilde size de uyarı olması niyetiyle bir noktaya daha değineceğim. Televizyonlarda, sosyal medyada, internet medyasında gördüğümüz rasyonel neoliberal ekonomistler –ekonomist diyorum iktisatçı değil*– hikâyenin en başında faizlerin enflasyonun üstünde olması gerektiğini, yeterli olmadığını her yerde dillendirmişlerdi. Şimdi de sanki bir yerden düğmeye basılmış gibi carry trade yapılıyor, Türkiye küresel sermayeye yüklü faiz ödeyecek diyorlar. Tuhaf, çünkü en başından önerdikleri modelin sonucu carry trade idi.
Bu nedenle, farklı iktisat akımlarını savunanlara da kulak vermek bu noktada önemli. Kamuoyu iktisadın bir sosyal bilim olduğunu, sanki fizik problemiymiş gibi ekonomideki problemlerin tek bir doğru çözümü olduğuna inanmamalı. Aksi takdirde desteklediğimiz politikalar önce bizi vurur ve kaybet-kaybet senaryosundan çıkamayız.
Yapay zeka çalışmalarının 2023 yılında tüm dünyada büyük bir çıkış yakalaması ve hayatımıza son derece hızlı bir şekilde adapte olmasıyla beraber insanlığın topyek&uc...
Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) yerleştirme sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte, üniversite öğrencileri için yeni bir zorluk kapıda: Barınma. Pandemi son...