Geçtiğimiz günlerde The Atlantic dergisinde yayınlanan bir yazı her ne kadar Türkiye’de konuşulmasa da batı ülkelerinde tartışma konusu oldu.
Enflasyon sizin suçunuz (Inflation is your fault) başlığını atan yazar başlıyor hanehalkının harcamalarının ne kadar gereksiz ve lüks olduğunu anlatmaya. Yazının bir fotokopisini alsak 2 sayfa tutar ama tek bir cümle ile özetlemek mümkün:
“Enflasyon bu kadar yüksekse, insanlar neden pahalı şeyler almaya devam ediyor?”
Yazar, enflasyonun suçlusu olarak tüketicileri işaret ediyor. Fed’in yaptığı faiz artışlarıyla tüketimin azalmak yerine hâlâ arttığını söyleyip üst perdeden “neden para harcıyorsunuz, enflasyondan şikâyet ediyorsanız harcamamanız gerekirdi” şeklinde ahkâm kesiyor.
Biraz tanıdık geldi değil mi?
Türkiye’de de aynı şeyler konuşuluyor: “Bu kadar pahalılık varsa bu kafeler neden dolu?”
Öncelikle bir yanlışı düzeltelim. Hem ABD’de hem de Türkiye’de büyük bir eşitsizlik var. Tüketimin ana bileşeni ortalama halk değil.
ABD’de en zengin yüzde 20, tüketimin yüzde 49’unu oluşturuyor. Türkiye’de de durum farklı değil: En zengin yüzde 20, tüketimin yüzde 47,28’ini oluşturuyor. Yani, tüketimin artmasında en büyük etken en zengin yüzde 20’lik kesim.
Ortalama bir insanın harcamaları bu açıdan lüks olamaz. Lüks olsaydı, en zengin yüzde 20’nin altındaki yüzde 80’in tüketimdeki payı daha yüksek olurdu.
Yazarın enflasyonla ilgili düşüncesi ana akım iktisatta ne anlatılıyorsa o: İnsanların geliri artarsa veya havadan bir para gelirse bunu harcar. Talep artınca da ürün ve hizmetlerin fiyatı artar, bu da enflasyona sebep olur.
2021’de bu savunuluyordu. Enflasyonun arz yönlü sebeplerini unutup, insanların harcamasına takmıştık kafayı. Talebi düşürmek için de en keskin silah olarak faiz kullanıldı. Fakat şimdi birçok ekonomist, faiz artışları ve enflasyonun seyri arasında negatif bir korelasyon olsa da bunun bir nedensellik doğurmayacağını konuşuyor.
Arz kaynaklı fiyat artışları azaldıkça enflasyonun düştüğünü savunuyorlar.
Öncelikle ABD’deki enflasyondan başlayalım. Enflasyonu oluşturan kırılımları incelediğimizde gözümüze en açık şekilde çarpan sektörler gıda ve enerjiydi. Bu sektörlerdeki fiyat artışları ise daha çok arz yönlü bozulmalar ve tedarik zinciri sorunlarından kaynaklandı. Yani arz yönlü problemlerin bitmesiyle bu gruplardaki düşüş, enflasyonu düşürecekti.
Öyle de oldu: Enerji fiyatları ekimde, bir önceki yıla göre, yüzde 5 geriledi ve ABD enflasyonu yüzde 3,2’ye geriledi.
Hatta, ünlü iktisatçı Joseph E. Stiglitz, faiz artışlarının dezenflasyon sürecini baltaladığını iddia etti. Stiglitz’e göre faiz artışları konut kredisi ödemelerini artırdığı için kiraların arttığını, kiraların da enflasyon sepetinde önemli bir ağırlığa sahip olduğu için enflasyona yukarı yönlü etki ettiğini söyledi.
ABD’deki faiz artışlarının dış kaynağa ihtiyaç duyan Türkiye gibi ülkelere etkisi de yıkıcı oldu. ABD’de faiz arttıkça dolar, kendi evine gitti. Bu da gelişmekte olan ülkelerin ucuz finansman bulamamasına, kur şokları yaşamasına önemli bir katkı sağladı. Kur şoklarıyla beraber de enflasyon kaçınılmaz hâle geldi.
Bunun yanında en çok neoklasik iktisatçıların gözünden kaçırdığı “satıcı enflasyonu” diye bir kavram ortaya atıldı. Kavramı ortaya atan iktisatçı Isabella Weber, pazar gücü yüksek büyük şirketlerin enflasyona en çok katkıyı sağladğını savundu. Birçok ana akım iktisatçı yerden yere vursa da yapılan araştırmalar Weber’i doğruladı. IMF dahil birçok kurum, kârların enflasyondaki en büyük etken olduğunu açıkladı.
ABD Başkanı Joe Biden da geçenlerde attığı bir tweet ile şirketlere yüklenerek fiyatlamalarına dikkat etmeleri gerektiğini söylemişti.
Türkiye’de de durumu bu şekilde açıklayan birçok iktisatçı var. Piyasadaki hakim şirketler, dış şokları bahane ederek kâr marjlarını artırıyor. Bunu yapabilmesinin sebebi dış şokların yarattığı etkilerden daha çok bulunduğu konum itibariyle “bunu yapabiliyor olması”. Yani piyasa gücünün getirdiği fiyatlama gücü.
Aşağıda Prof. Dr. Erinç Yeldan’ın Türkiye’deki şirketlerin tekel pozisyonlarından doğan enflasyonu gösterdiği grafikler genel çerçeveyi verecektir.
Bu grafikte, 2015 sonrasında, şirketlerin tekelci konumlarından faydalanarak kâr marjlarını hızla artırdığı ve böylece üretici fiyat enflasyonunu artırdığı görülüyor.
Bu grafikte ise, yine 2015 sonrası reel ücretlerin düştüğü görülüyor.
Bu iki grafikten çıkan sonuç ise, sanılanın aksine, ücretlerin enflasyonu düşünüldüğü kadar etkilemediği. Şirketler (sermaye sınıfı), pozisyonlarından doğan gücü kullanarak enflasyona önemli bir katkıda bulunmuş.
Kısacası, enflasyona müdahale etmeden onu anlamak önem arz ediyor. Arz yönlü enflasyona talep yönlü enflasyon gibi davranıldığında gelir dağılımının daha çok bozulabileceğini unutumamak gerekiyor. Ekonomi 101 dersinden kalan bilgilerle bir yere varılamayacağını son 2 yılda hem Türkiye’de hem de dünyada çok net bir şekilde görmüş olduk.
Yazarın savunduğu şeyin ne olduğunu bir daha hatırlatalım: İnsanların elinde çok para var ve bunu lüks şeylere harcıyor. Bu yüzden enflasyon onları etkilemiyor, hatta halk tüketimi artırarak enflasyona neden oluyor.
Yazarı araştırırken bir kitabıyla karşılaştım: İnsanlara Para Verin: Evrensel Temel Gelir Yoksulluğu Nasıl Bitirir, Çalışmada Devrim Yaratır ve Dünyayı Nasıl Yeniden Yaratır?
Hem bu kitabı yazıp hem de ortalama bir vatandaşın nasıl para harcaması gerektiğiyle ilgili yazı yazmak ve enflasyona o vatandaşın neden olduğunu yazmak çok çelişkili.
The Atlantic’e yazılan bu yazının Joe Biden yönetimini aklamaya yönelik bir yazı olduğunu düşünüyorum. Fakat yine de bu gibi argümanlar halk arasında da bolca dolaşıyor.
Ekonomi, etrafımızda gördüklerimizi yorumlayıp “kafeler dolu, insanlar zengin, öyleyse ekonomi iyi” demekle anlaşılmıyor. Ortalama bir vatandaşın bir ayda yaptığı kahve ve dışarıda yemek harcaması belki de en zengin yüzde 20’nin arabasına yaptırdığı kasko bedelinin beşte biri. Bu yüzden bu gibi tartışmalarda halihazırda herhangi bir pazarlık gücü olmayan ücretlilere ve ortalama gelirlilere yüklenilip bunlar üzerinden kamuoyu oluşturulmasına sıcak bakmıyorum.
Bu yazımda Türkiye enflasyonunu daha fazla detaylandırmak isterdim fakat genel teoriyi anlattığımı ve yazının sizi sıkacak kadar uzun olduğunu düşünerek daha da uzatmak istemedim.
HIV tedavisi o kadar etkili ki virüsü algılanamayacak bir seviyeye düşürüyor, ancak virüsle yaşayan insanların toplum tarafından “etiketlenmesi” devam ediyor....
Yılbaşı yaklaşırken, asgari ücrette beklenen zammın hem özel hem de kamu sektöründe çalışan kişilerin maaşlarına etkisi büyük önem taşıyor. Maaş artışları ile...