Rahmi Koç'un rüyası, Türkiye'nin kâbusu: Özel okullar
Bedirhan Akay
23 Ocak 2024

Uzun bir aradan sonra tekrar burada sermayeye kızıp gideceğim. 

Geçen haftalarda bir X kullanıcısının paylaşımıyla ortaya çıkan özel okullar gündemi, her ailenin sofrasında “fırsatçılar” kelimesine yer açtı.

Bu yazıda çocuklarına iyi bir eğitim sağlamak için sabah 6’da gün doğmadan, akşam trafikte saatlerini vererek emekçiler, ücretlerinden memnun olmayan özel sektörde çalışan öğretmenler ve başlığı ilginç bulup tıklayan her okur için Türkiye’nin kâbusu hâline gelen özel okullar meselesini irdeleyeceğim.

Öncelikle haberi ve sonrasını özetleyelim: Bir X kullanıcısının bir özel okulun talep ettiği ücretleri paylaşmasıyla eğitim sektöründeki tüm paydaşların katıldığı bir tartışma başlamıştı. Milli Eğitim Bakanı, “Ara sınıflar için oran belli: TEFE-TÜFE’ye göre yüzde 5 kadar zam yapma hakları var. Kendilerini uyarıyoruz. Yeni başlayanlar için yönetmeliğimizde bir bağlayacılık yok” diyerek “tepkisini” gösterdi. Veliler, bahsedilen sınırın, şu an yüzde 57, yanında özel okulların yemek gibi ek hizmetlere fahiş zamlar yaparak aşıldığını söylerken özel okul yöneticileri ekonominin durumu, enflasyon ve linç girişiminden dem vuruyor.

Öncelikle, özel okulların varlık sebepleriyle başlayalım: Veliler başarılı olmasını istedikleri çocuklarını neden “bedava” olan devlet okulu yerine özel okullara göndermek istiyor? 

Sorunun cevabı aslında basit, Türkiye’de bir eğitim planlaması yok. Her vatandaş kendi başına çözümler arıyor. Çözümü de tabii ki kaynakların daha bol olduğu ve özel ilginin daha fazla olduğu özel okullarda buluyor. 

Bu gibi pahalı kararlar insanın ihtiyaçlarından doğuyor. İnsan, şimdiyi garanti altına almak için ücreti ne olursa olsun sağlık ve barınmaya para harcarken, geleceği garanti altına almak için eğitimden tasarruf etmiyor.

Peki burada sorumlu kim? Özel Okullar Derneği Başkanı Zafer Öztürk’e göre velilermiş: “Pahalı diye özel hastaneye gitmiyorsanız özel okula da gitmeyeceksiniz” sözlerini söyleyen Öztürk, aslında sermayenin bakışını çok güzel özetlemiş.

Sorumlu özelleştirmelere bu kadar kucak açan bizlerde. Önceki yazımda Rahmi Koç’un “devletin küçülmesi gerektiği”yle ilgili yaptığı açıklamaya bayrak açmıştım. Bu gündem de o gündeme çok benziyor.

Şöyle ki, kamu bütçesindeki eğitimin payı 2016’dan bu yana düşüşte. Eğitimin payı düşerken nüfus 80 milyondan 85 milyona çıktı. Bu resme bakarak devlet okullarındaki standartların ve verilen hizmetin kalitesinin artmasından söz edilemez. 

Dahası, MEB bütçesinden yatırımlara ayrılan pay endişe verici bir şekilde azalmaya devam ediyor. Bu azalışta 2001 ekonomik krizinden sonra ülkemize gelen IMF’in neoliberal politika dayatmasının etkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz tabii ki. Bu konuyu da, eğer talep olursa, ayrıca tartıştığım bir yazı ile açıklayabilirim.

Bu istatistiklerle birlikte aslında Rahmi Koç’un rüyasının gerçekleştiğini görüyoruz: 2015/2016 eğitim-öğretim yılında özel okulların tüm okullar içindeki payı %16 iken bu oran 2022/2023 için %19’a çıkmış durumda. Devlet küçülmüş, sermaye büyümüş.

Yani, aslında geleceğimiz olan çocuklar için tüm vatandaşlar olarak yüksek standartlara sahip ücretsiz bir eğitim için elimizin taşın altına koymamız gerekirken son 7 yılda elimizi geri çekmişiz.

Bu konunun önemli bir paydaşı ise öğretmenler. Rahmi Koç’un Rüyası isimli yazımda da bahsetmiştim ancak burada da özellikle bu konuya değinmek istiyorum. 

Kamu bütçesindeki eğitimin aldığı paydaki düşüş, yıllarca konuşulan “öğretmenlerin atama beklemesi” sorununu doğurarak özel sektör için can suyu oldu. Üniversiteden mezun olan öğretmen adayları kamuda atama beklerken ekmek bedava olmadığı için çalışmak zorunda. Öte yandan atanmaktan ümidi kesenler de özel okullar için muhteşem bir ucuz emek kaynağı hâline geliyor. 

Bizim savımız neydi: “Kamunun varlığı özel sektördeki ücretleri etkiliyor”. Özel sektör, eğitim sektöründeki emek piyasasının canlı olmamasından yararlanarak ücretleri aşağı çekebiliyor. Kamu, burada daha etkin olsa ve daha fazla öğretmeni istihdam edebilseydi ücretler yükselecekti çünkü öğretmenlere talep artacak, piyasa canlı kalacaktı.

Tabii, bu noktada bir de büyüklü küçüklü birçok sermayedârın söylediği “ücretler çok yüksek” söylemi var. Her ne kadar personel ücretleri hakkında çok şikâyetçi olsalar da finansallarını halka açık bir şekilde sunmadıkları sürece bu kaçamak şikâyete kanmayacağım.

Son Yorum

Bu yazımda durumu özet bir şekilde açıklamaya ve sorunun kaynağıyla ilgili sorgulamalar yapmaya çalıştım. 

Özel okul sahiplerine katıldığım tek nokta “enflasyon”. Evet, enflasyon sorunu hem fırsatçılara yaptıkları zamlar için makul bir zemin sunuyor hem de vatandaşın aldığı ücretlerin daha çok gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçlara yönelmesine neden oluyor.

Bu nedenle, kamunun yüksek enflasyon döneminde, vatandaşın gelirlerini “harcayamadığı” stratejik sektörlere (eğitim, sağlık, tarım vb.) ciddi yatırımlar veya doğrudan mali yardımlar ile acıyı hafifletmesi gerekiyor. Öte yandan, öğretmen ve öğretmen adaylarını da piyasada yalnız bırakmamalı, emek piyasasında pazarlık güçlerini artıracak hamlelerle desteklemelidir.

Buraya kadar okuyup veya sayfayı direkt aşağı kaydıran okurların bazılarından şu soru gelebilir: “Kamunun harcadığını kim ödeyecek?” İki cevap var:

  1. 2016’da nasıl kamunun eğitime verdiği pay yüzde 18’lere çıktıysa şimdi de çıkabilir. Eğitim ve sağlık gibi önemli sektörler için “kaynak”, Türkiye için bir sorun olmamalı.
  2. Son zamanlarda gündeme gelen bir düşünceye göre “devlet önce harcar, sonra vergi toplar”. Bu, tabii ki uzun ve detayı fazla olan bir konu. Ancak, bir başlangıç noktası olarak şu kitabı okumanızı öneriyorum: The Deficit Myth: Modern Monetary Theory and the Birth of the People's Economy 
Bedirhan Akay

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi bölümü son sınıf öğrencisi. Dünyaya hem meraklı hem sinirli. İktisadi meseleleri bölüşüm üzerinden okur, ana akımın finans kapital düzenciliğinden hoşlanmaz.