"Orada bir yerde, size bir fikri nasıl ifade edeceğinizi söyleyecek bir kitap yok. Eğer bir düşünceyi anlamak istiyorsanız, onu yaratıcı bir şekilde ifade etmelisiniz. Şiir, resim, müzik veya dans... Hangi yolu seçerseniz seçin, sadece ifade edin. Kendi özgün sesinizi bulun ve onu dünyaya duyurun. Çünkü dünya, sizin benzersizliğinizi bekliyor."
Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği) filminde John Keating, öğrencilerine az önce okuduğunuz cümlelerle seslenmişti.
Bu diyalog, filmde geçen pek çok ünlü sahneden birinde yer alıyor. Film, daha çok bir sistem eleştirisini konu alıyor gibi gözükse de, az önceki alıntıdan da çıkarabileceğimiz gibi çok önemli bir başka noktaya da temas ediyor: Yaratıcılık.
Dünyayı değiştiren büyük olaylara baktığımızda mutlaka ardında yaratıcı bir düşünce barındırdığına tanık oluruz. Geçmişten günümüze tüm ilerlemeler, yaratıcı bir düşüncenin kaynağından yola çıkmıştır.
Peki yaratıcı bir düşünce nedir ve nasıl ortaya çıkar?
Pablo Picasso "Her çocuk bir sanatçıdır. Sorun yetişkin olup bir sanatçı olarak kalabilmektir" der. Çünkü çocuklar henüz, belirlenmiş kalıpların farkında değildir ve çocukların düşünsel anlamda sınırları yoktur. Modern dünyada her şey belirli kalıplar dahilinde bize sunulmuştur ve bizler de o kalıpların içinde yaşamak zorundayızdır. Hatta çoğu zaman, başkaları tarafından dikte edilmiş bu kurulu düzende, uyum sağlayarak yaşadığımızın farkında bile değilizdir.
Yazar ve psikolog Gündüz Vassaf, meşhur kitabı Cehenneme Övgü’de yaşadığımız evleri mercek altına alır. Herhangi bir dairenin kapısını çalıp içeriye girdiğinizi düşünün. Büyük ihtimalle, mutfağın nerede olacağını tahmin edebilir, hatta mutfağa girdiğinizde tencerelerin, bardakların yerini kolayca bulabilirsiniz. Çünkü ihtiyacımız olan tüm araç gereçlerin nereye ne şekilde konulması gerektiğine çoktan birileri karar vermiştir ve neredeyse tüm insanlar bu kuralı farkında olmadan devam ettirir.
“Günümüzün yaşama birimleri, bize belirli eylem kalıpları ve onlara eşlik eden tekdüze zihin düzenekleri empoze ediyor. Değişim ve çeşitlilik göstermeyen bir çevre sadece bireyi köreltmekle kalmaz, türümüzün gelişimini de olumsuz yönde etkiler,” diyor Gündüz Vassaf.
Nasıl davranmamız gerektiğinden giyeceğimiz kıyafetlere, nerede nasıl yaşamamız gerektiğine kadar her şey modern insanın sınırları hâline geldi. Özetle; belirli kalıplarla sınırlandırılmış durumdayız. Peki bu sınırların dışına nasıl çıkabiliriz?
Nasıl daha yaratıcı bir düşünme yolunu benimseyebiliriz? Bu soru bizi Jootsing kavramına götürüyor. Tam anlamıyla Türkçe bir karşılığı bulunmayan "Jootsing" kavramı, bilim insanı Douglas Hofstadter tarafından ortaya atılmış olup "sistemin dışına çıkmak", "kuralları aşmak" gibi anlamlara sahip. Kavram, yaratıcı düşünce ve inovasyon süreçlerinde yeni ve farklı çözümler üretmek için sistemi kırarak sistemin dışına çıkmayı ifade eder. Fakat “Jootsing”i özel yapan şey ise kişinin içinde bulunduğu sistemi en ince ayrıntısına kadar öğrenmesi ve içselleştirmesidir.
Yaratıcı düşünce için mevcut kuralları ve sistemleri çok iyi anlamak gerekir. Ardından sınırların farkında olarak bu sınırların, kalıpların ve kuralların dışında daha farklı ne olabilir şeklinde düşünmek ve bir arayış içinde olmak, yaratıcı düşünce yolculuğunun en önemli adımıdır. İşte jootsing kavramı bu sınırları aşarak, kuralların dışına çıkarak düşünmeyi ifade ediyor.
Yaratıcılık, bilinen kuralların ötesine geçerek yeni ve orijinal fikirler üretmekle, yeni perspektifler bulmakla mümkün olur. Fakat modern dünyada etrafımızın pek çok elektronik cihazla çevrili olması, tekdüze bir yaşama hapsolması yeni perspektifler üzerine düşünmesini zorlaştırıyor. Jootsing ile kişi kalıpların içine sıkıştırıldığını fark ediyor, bu farkındalığın ardından bir öğrenme süreci başlıyor. Neyle karşı karşıya olduğunu en ince ayrıntısına kadar anlayan kişi nihayetinde bu kalıpların dışına atlayabilmek için yeni fikirler düşünmeye başlıyor. Yaratıcı düşünce kendiliğinden gelişebildiği gibi Jootsing gibi birtakım tekniklerle de geliştirilebilir; çünkü ne yazık ki dikkatimizin ve odağımızın her an dağıldığı böylesi bir çağda yaratıcı düşüncelerin zihne gelmesi çok zor olabiliyor.
Bu tekniği kullanarak teknolojinin gidişatını doğrudan ve derinden etkileyen en önemli şirketlerden biri de Apple’dır. Apple, jootsing kavramını kullanarak yaratıcı düşünceyi farklı şekillerde uygulamaya çalışıyor. Nasıl mı?
Şirket, ilk etapta tüm teknolojik sınırları çok yakından takip ediyor. İnsanların teknoloji konusunda kafalarındaki sınırları da iyi analiz edebiliyor. Teknoloji ürünlerinde ve tasarımlarında bu sınırları zorlamak ise şirketin en büyük motivasyonu oluyor.
Örneğin Apple, ürün tasarımlarında minimalist bir yaklaşıma sahiptir ki bu, o dönemdeki diğer teknoloji ürünlerinden bambaşka bir yaklaşımdı. Basitliği ve sadeliği kullanarak müşteri deneyimini üst düzeye çıkaran teknolojik ürünler üretmek, o dönemin sınırlarının ve algılarının dışına çıkmak demekti.
Bir başka örnek olarak iPod, iPhone ve iPad gibi ürünleri verebiliriz. Yeni ürünler, o dönemin diğer teknoloji ürünlerinden farklı olarak müzik, iletişim ve mobil cihaz deneyimi konusunda adeta bir devrim yaratmıştı. Tüm bu inovatif fikirler; jootsing yaklaşımıyla, mevcut sistemlerin ve teknolojilerin ötesine geçerek gerçekleştirildi.
Jootsing kavramı her ne kadar “kutunun dışında diye düşünme” olarak Türkçeye çevirebileceğimiz "thinking out of the box" kavramıyla yakından ilişkili olsa da aralarında birtakım farklılıklar söz konusu.
Jootsing kavramı mevcut sistemi veya kuralları anlama ve onları aşma sürecine odaklanır. Bir sistemi veya kuralı iyi anladıktan sonra, yeni perspektifler keşfetmek için sınırların dışına çıkma fikrini vurgular. "Out of the box" yani “kutunun dışında düşünme” kavramı ise geleneksel kalıpların ve alışılmış düşünce tarzlarının dışına çıkılarak yaratıcı düşünceye sahip olunabileceğini anlatır.
Jootsing ve “Kutunun dışında düşünme” kavramları yaratıcı düşünce yollarını açmaya yardımcı olur; fakat bu gibi tekniklerin dışında yaratıcı ruhu hayatımızın içine entegre edebilmek için birtakım günlük pratiklere ihtiyacımız var. Yani, günlük yaşantımızda yaratıcı düşünceyi teşvik edecek aktivitelere yer verebilirsek, içine sıkıştığımız bu tekdüze düşünceleri aşabiliriz.
Bunlardan ilki ve en önemlisi “gözlem”dir. Farklı bir fikir bulmaya çalışırken ya da yaratıcı bir iş üzerindeyken genellikle mantığımızı zorlamaya ve bilinçli bir şekilde düşünmeye çalışırız. Fakat yaratıcılık, “noktaları birleşmek” ilişkilidir.
Noktaları birleştirmek, edindiğimiz tüm duyusal ve duygusal deneyimlerin bir potada eritilmesi ve edindiğimiz farklı bilgi parçalarının bir araya gelerek yeni bir perspektif sunmasıdır. Otomatik olarak çevremizden edindiğimiz her şey beynimizin bir yerinde depolanır ve zamanı geldiğinde bu bilgiler arasında bağlantı kurarız. Çevremizdeki detaylara dikkatlice odaklanmak ise yaratıcı bir düşüncenin ortaya çıkış sürecinde zihinsel bağlantılar kurmayı teşvik edeceğinden, yaratıcı düşünce için oldukça önemli bir pratiktir.
İçinde bulunduğumuz çevredeki belirlenmiş kalıplar ve sınırlar nedeniyle çoğu zaman düşüncelerimizi açıkça ifade etmekten kaçınırız. Dış çevrenin bu baskısı, düşüncelerimizi kendimize bile ifade etmekten uzak durduğumuz bir atmosfer yaratır. Bu sınırı aşmanın en iyi yolu da yazmaktır. Farklı fikirlerin bir şekilde dışarıya karşı ifade edilmesi, “kutunun dışında düşünebilme” noktasında destekleyici olur; çünkü yazarken bilinçaltındaki tüm fikirler, düşünceler hiçbir kural olmadan kağıda dökülür. Bilimsel araştırmalara göre yazmak, özellikle günlük tutmak zihinsel esnekliği artıran bir aktivite olurken kişinin kendini tanıma yolculuğunda da önemli bir yer tutar.
Yaratıcılığı besleyen günlük pratiklerden biri de sanatla iç içe olmaktır. Çünkü sanat, hayal gücünü geliştirmekle kalmaz farklı düşünce ve perspektifleri deneyimleyebilmeyi de sağlar.
Yaratıcı insanların günlük pratiklerine baktığımızda hayatlarındaki deneyimleri “noktaları birleştirme” yöntemiyle yaratıcı düşünceye dönüştürdüğünüz görürüz. Örneğin: Leonardo da Vinci, tüm notlarını ve çizimlerini görsellerle hazırladığı günlüğünde tutardı. Bu görsel işaretler ona ilham verirdi. Ayrıca Da Vinci, disiplinlerarası çalıştığı için tüm deneyimlerini tek bir potada eritebiliyordu. Örneğin: insan anatomisi ile ilgili edindiği bilgileri resme dönüştürebiliyordu. Bu da noktaları birleştirerek yepyeni bir perspektif yaratmak demekti.
Hayatınıza alacağınız pratik her ne olursa olsun, tekdüze hayatında bir şeyleri değiştirmek isteyen herkes artık kutunun dışında düşünmeye başlamıştır bile. Çünkü, sıkı sıkıya çevrili olduğumuz bu kurallar ve sınırlar içerisinde başını gökyüzüne kaldırıp, başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünen ve kendi dünyasını yaratmaya çalışan bir kişi, kutunun da çoktan farkındadır. O hâlde Ölü Ozanlar Derneği’nin kahramanı öğretmen John Keating’e kulak verelim ve kendi özgün sesimizi bir an önce bulalım.
Sizi muayene eden doktor, “Üzgünüm ama bünyenizdeki dört sıvının dengesi bozulmuş, bu dengeyi sağladığımızda iyileşeceksiniz,” dese ne tepki verirsiniz?
Düşünme, bizi dünya üzerindeki canlı ve cansız diğer tüm varlıklardan ayıran bir etkinlik hâlidir. Dolayısıyla Descartes bu meşhur deyişiyle; bir varlığın gerçekliğini ortaya koyan unsurun düşünme eylemi olduğunu anlatıyor.