ABD müesses nizamı ve halkı, son 10 yılda çok önemli bir konuda fikir değişikliğine gitti; bu da Uzak Doğu'ya kaptırdıkları sanayiyi ABD'ye geri getirmekti. Buna Trump 'Make America Great Again', Biden ise 'Build Back Better' ve 'Bidenomics' dedi.
Amerika’’nın, 1980 sonrası Uzak Doğu'ya (Japonya, Güney Kore, Tayvan) ve özellikle büyük ölçüde Çin'e kaydırdığı üretimini geri çekmeye başlaması aslında şu anda dünyadaki en önemli olaydır. Bunun yaratacağı ekonomik, sosyal ve politik değişimler, önümüzdeki 20 yılı şekillendirecek. Amerika'da bu değişime öncülük etmek isteyen Trump, neo-liberal çizgideki maliyet politikasından çık(a)maması ve devleti yeterince aktif kılamaması nedeniyle bunu tam olarak istediği ölçüde başaramamıştı. Fakat yine de bence politik olarak çizdiği çizgi ile aslında Amerika’nın, Çin ile yaşadığı dengesiz ticarete dikkat çekmesi ve Amerika'nın endüstriyel anlamda Çin’in gerisinde kaldığını halkın geneline fikir olarak yaymasının Demokratik Parti'yi de etkilediğini görebiliyoruz. Biden ise Trump'ın hayal ettiği başarının bile üzerinde bir başarı elde etti.
Biden, kritik alanlarda devletin maliye politikasını agresif bir harcama yönüne çevirdi. Bu harcamalardaki tüketim mallarının mümkün olduğu her durumda Amerika'da üretim yapan firmalardan sağlanması konusunda ısrarcı olan politikalar çıkardı (“Buy American”).
En temelde, kritik endüstrileri seçip önceliklendirdi ve destekledi. Bunların başında çip endüstrisi geliyordu. Çip endüstrisi, yeniden yerleştirmenin en büyük kurbanlarından biri olmuştu Batı için. 40 yıl önce neredeyse sadece Amerika ve Avrupa'da üretilen çipler, şu anda büyük ölçüde Çin, Tayvan, Güney Kore ve Japonya dörtlüsü tarafından üretiliyor. Bu çipler sadece ekonomik bir meta değil, aynı zamanda “advanced chip”ler Amerika’nın askerî anlamda en büyük silahı ve politik anlamda da en büyük müdahale araçlarından biri. Hâlâ “complex-high value” çip pazarında ABD, Güney Kore ile beraber dominant olsa da Çin’in bu pazara girmek için hem devlet hem de özel sektör tarafında bir istek ve çaba içinde olduğu uzun süredir biliniyor.
Çip konusunda ABD’nin hem sağladığı teşvikler ve desteklerin, hem de Çin’i köşeye sıkıştırmaya çalışmasının bu “savaşta” sonuç verdiğini görüyoruz. TMSC, ABD’de başlayan yatırımlarını artırarak devam ettireceğini ve toplamda 65$ milyar dolar yatırım yapacağını açıkladı. Samsung, önümüzdeki 20 yılda 11 çip fabrikası açacağını ve bunlara toplamda 192 $ milyar dolar yatırım yapacağını açıkladı, bu fabrikalardan ilki bu sene açılacak. Bunların dışında Intel, AMD, NVDIA, QUALCOOM, SK Hynix gibi şirketlerin hem üretim hem AR-GE tarafında geçtiğimiz 10 yıldan çok daha agresif bir Amerika içi harcama planları var. Bunun tek sebebi tabii ki Amerika’nın bu konudaki teşvikleri değil. Ancak bu teşviklerin endüstriyi Uzak Doğu’dan geri ABD’ye döndürmesinde önemli bir etken.
ABD’nin çip sektöründe yaptığı hamlenin çok benzerini yenilenebilir enerji ve elektrikli araç politikalarında da yapmaya çalıştığını görüyoruz. ABD’nin 2008 krizinde Chrysler’in kurtarılması operasyonunda aktif görev alıp, Obama’ya baskı yapan Brian Deese, 2 yıl boyunca Biden’ın baş ekonomi danışmanıydı. Biden, özellikle elektrikli arabaların üretilmesi, şarj ağının geliştirilmesi ve enerji kaynaklarının yenilenebilir enerjiye çevrilmesi yönünde 150 milyar doları aşkın bir teşvik paketi çıkardı. Bu teşvik paketlerinin pozitif etkisini, ardı ardına açıklanan Amerikalı firmaların yeni EV fabrikaları ve üretim bantları haberleri ile gördük.
Üstelik “US Postal Service” gibi kurumlar da yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmak ve Amerikalı firmaları bu dönüşüm sırasında daha avantajlı bir konuma getirmek için filolarını bu destek paketleriyle yeniliyorlar. Kısaca, devlet maliye politikasında elindeki enstrümanları olabildiğince kullanmaya çalışıyor.
Buradaki son büyük faktörün ileri otomasyon (“lights out manufactiring”), 3d boyutlu üretim teknikleri gibi teknoloji gücüne dayanan tekniklerin üretimdeki artan etkisi olduğunu görüyoruz. İnsan maliyeti üzerinden Amerika’ya fark yaratan Çin yerine Amerika’da üretmek fiyat faktörünün denklemdeki değeri azaldıkça daha mantıklı oluyor.
Tekstil, Elektirkli Otomotiv ve Yenilenebilir Enerji sektörünün özellikle Amerika’da yeniden büyümeye kalkmasında artan otomasyonunun etkisini de net bir şekilde görüyoruz. Tekstil gibi "EV" ve çiplere kıyasladevlet tarafından çok daha az destek alan bir alan bile büyüyor ABD’de. Buradaki en büyük faktörün artan otomasyon ve zamanın ruhu (Zeitgeist) olduğunu görüyoruz.
Makinelerin ve otomasyonun bu kadar ilerlediği bir yerde aslında üretim yapan ülkeler açısından en önemli faktör doğru fiziksel ve hukuki altyapı, eğitimli insan, enerji maliyetleri, alan maliyetleri, coğrafi konum, know-how gibi faktörler olmakta. 25 yıl önce bu faktörler değersiz değildi fakat işçi maliyetinin denklemdeki etkisinin azaldığı gerçeği üretimin Amerika’ya geri dönüşünü anlamamızda önemli. Bu üretimin Amerika’ya dönme oranının Avrupa’ya kıyasla daha fazla olması başka bir yazıda kıyaslamalı şekilde incelenmesi gereken bir konu.
Yukarıda saydığımız faktörler ABD’ye dönüşte çekici faktörler olduysa da Çin’den iten önemli birkaç faktör de var. Bunlar, Çin'de Batı dünyasının çoğundan uzun süren COVID-19 kısıtlamaları, savunma sanayisi ile beraber çalıştığı için Çinli bazı teknoloji firmalarına koyulan ambargoların getirdiği gerilim, Güney Çin Denizi'nde Çin’in yürüttüğü agresif askeri politikalar , Tayvana karşı agresif tavrı, üretimini büyük ölçüde Çin, Tayvan üzerinden üreten Batılı şirketleri (bkz. Apple, NVDIA, AMD, Qualcomm...) ve hissedarlarını huzursuz etmesi, Çin’deki gittikçe artan insan maliyeti, Çin'e karşı verilen yüksek cari açık vs. gibi çok önemli faktörler var.
Son olarak, şirketlerin Amerika'da, Çin'e kıyasla daha geniş etki alanlarına sahip olmaları da bu rahatsızlıklarının önemli bir nedeni. Amerika'daki lobicilik, eyalet sisteminin getirdiği yerel karar alma yetkisi; yerel anlamda güçlü firmaların kendilerini koruyacak düzenlemeleri çıkarmaları konusunda destek sağlayabiliyor. Bu destek, vergi teşvikleri, COVID-19 gibi ani süreçlerde kendi etki alanları doğrultusunda yerel karar alıcıları yönlendirebilmeleri, altyapı yatırımlarını yönlendirmeleri gibi birçok alanda ellerini güçlendiriyor. Tüm bunları özellikle çok büyük firmalar Çin'de de yapabiliyorlar; fakat Çin dışından gelen firmaların etki alanları, sadece hukuksal olarak değil, pratikte de daha fazla kısıtlanmış durumda.
Son olarak, bu konuda kendi öznel fikirlerimi paylaşmak istiyorum. Yukarıdaki faktörlerin hepsinin birleştiği noktada ABD’nin üretim anlamında (yeniden) yükselişini normal karşılıyorum. Neo-liberalizmin bize getirdiği kültürel, ekonomik ve politik mirasın, yeni çağda kalkmasının ekonomi dışı alanlarda gelişmiş ülkeler için çok daha sağlıklı olacağı fikrindeyim. Neo-liberalizm çağında Batı dünyası, gelişmekte olan ülkeleri politik ve kültürel olarak geliştireceği düşüncesindeydi; ancak Batı, Doğu’yu dönüştürmekten ziyade ona daha çok benzemiştir.
Üzerine kurulan neredeyse tamamen global işçi pazarı, gelişmiş ülkelerdeki gelirini büyük ölçüde aktif çalışma üzerinden kazanan ve ileri düzeyde eğitimli olmayan (beyaz ve mavi yakalı) çalışanları çok olumsuz etkilemiştir. Son 40 yıldır gelişmiş ülkelerdeki ekonomik büyümenin ciddi bir kısmı, o ülkelerdeki %1’lik kesimi büyütmüştür. Bu, bir tarafın pastadan ciddi bir pay kaptığı büyüme, gelişmiş ülkelerde geçmişe kıyasla büyük bir sosyal ve politik huzursuzluk ortamı yaratmıştır (ABD, Fransa, İngiltere bunun en net şekilde görüldüğü ülkelerdir). Bu huzursuzluk ortamı sosyal yaşama ciddi zarar vermekte olup, bu eşitsizlik büyüdükçe daha da olumsuz etkiler yaratacaktır.
Bunları söylemekle birlikte, Türkiye’nin de içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkeler için aynısını söyleyemem. Bu ülkelerden Güney Kore, Çin, Tayvan, Singapur, Estonya, İsrail gibi kendini doğru konumlandıran ve politikalarını doğru seçen ülkeler son 40 yıl içinde kendilerini gelişmemiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere, gelişmekte olan ülkelerden ise gelişmiş ülkelere geçirmiştir. Yeni girmekte olduğumuz çağda aynısını gerçekleştirmeyi isteyen Hindistan gibi ülkelerin, bütün doğru hamleleri yapsalar bile, Çin’le aynı seviyeye gelmelerinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü yatırımın artık bu kadar gelişmekte olan ülkelere oransal olarak akmayacağı kanısındayım.
Önümüzdeki süreçte Türkiye, Meksika, Vietnam, Polonya, İsrail gibi ülkelerin çeper ülkeler olarak yeni fırsatlar yakalayabileceğini ve son 5 yıldır da yakaladığını düşünüyorum, ancak bu kendi başına derin incelemeler yapılması gereken bir konudur. Bu yazının sonunda, sizin de bu konudaki fikirlerinizi almaktan mutluluk duyacağımı belirtmek isterim. Hem yazılarımı geliştirmek hem de konu ile ilgili düşüncelerinizi duymak için yorumlarınızı bekliyorum.
Küreselleşmenin doruk noktalarını yaşıyoruz. Ulus devleti, hatta belki fazla ileriye gitmek olacak ama milliyetçilik kavramı artık her zaman olduğundan daha geçirgen. Bunun aksine A...
Ağustos ayı verileri geçtiğimiz hafta art arda açıklandı. TCMB’nin yayınladığı 3. Enflasyon Raporu, TÜİK’in açıkladığı enflasyon, işsizlik ve sanayi üretimi ...