1920'nin küçük bir ironisi, Roma Katolik Kilisesi'nin 1431'de yaktığı genç bir köylü kızını azize ilan etmesiydi. Bu kısa saçlı, zırh giymiş, kılıç sallayan, at süren, azizlerin sesini duyan ve zaferlere götüren kız Yüz Yıl Savaşı'nın Fransız kahramanı, Jeanne d'Arc'tı. Kilise onu sapkın olarak görmüş ve bu yüzden onu idam etmişti. (1456'da ölümünden sonra masum olduğu ilan edildi.)
Bugün Jeanne d'Arc, Fransa'nın koruyucu azizlerinden biridir, ancak sadece bu kadar değil. Fransa içinde, aşırı sağcılar tarafından aziz ilan edilmeden çok önce saygı gören bir tepkisel milliyetçilik sembolüdür. Ancak Fransa dışında, özellikle Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri'nde Jeanne, daha çok feminizm ve androjenlik kahramanı olarak görülmektedir.
Peki, geç bir Orta Çağ sapkını nasıl oldu da modern zamanlarda iki çok farklı sembole dönüştü? Bilim insanları, bu sorunun cevabını bulmak için öncelikle proto-faşist unsurların demokratik hükümeti nasıl zayıflatmaya çalıştığını ve Yahudilerin, göçmenlerin veya akademisyenlerin olmadığı “gerçek” bir Fransa'yı nasıl teşvik ettiklerini anlamanız gerektiğini öne sürüyorlar. İkinci olarak, I. Dünya Savaşı sırasında Fransa ve müttefikleri arasında, yenik bir ordunun beklenmedik komutanını sembolize eden bir figür arayışı vardı; Jeanne’ın bir kadın olması, güç ve kuvvetin sadece erkeklere ait olmadığını gösteriyordu.
Tarihçi Martha Hanna, henüz yüksek lisans öğrencisiyken, aşırı sağcı grup Action française'nin Aziz Jeanne'ı neden yücelttiğini inceleyen etkili bir makale yayınladı. Jeanne d'Arc, 19. yüzyılın başlarından bu yana kimi şairler arasında milliyetçi bir kahraman olarak ortaya çıkmıştı ancak Üçüncü Cumhuriyet'in laik hükümetini yıkıp Fransız monarşisini geri getirmek isteyen Action française için özellikle önemli hale geldi. Aziz Jeanne’ın yortu gününü Bastille Günü'ne karşı tepkisel bir alternatif olarak tanıttılar ve laik akademisyenleri döven genç serserilere onun adına ödüller verdiler.
Değişimler I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte geldi. Jeanne d'Arc'ın Fransa içindeki vatanseverlik popülaritesi arttı ve sadece sağ kesimde değil; ona karşı şüpheci olan cumhuriyetçiler de onu benimsedi. Aziz ilan edildiği zamana kadar, Action française diğer proto-faşist gruplartarafından gölgede bırakılmıştı. Ancak yeni sağcı hareketler, Jeanne'ı saflığın, Katolikliğin ve "Fransızlığın’’ bir sembolü olarak defalarca kullanacaktı.
Bu arada, Jeanne, Fransa dışında seküler figürler arasında kuralları çiğneyen kadın gücünün bir sembolü olarak büyük ilgi görüyordu. Çeşitli savaş posterlerinde Amerikalı kadınlar, savaş pulları satın alarak Jeanne'ı örnek alıp ülkelerini zafere götürmeye teşvik ediliyordu. Ancak Jeanne'ın cinsiyetsiz bir savaşçı olarak imajı sanat alanında daha da pekişti. Cecil B. DeMille, 1916'da onun hakkında sessiz bir film epik olan "Joan the Woman"ı yönetti. Ayrıca, 1926'da George Bernard Shaw’un feminist oyunu "Saint Joan" ve Berthold Brecht’in proleter temalı "Saint Joan of the Stockyards" adlı dramasında başkahraman oldu.
Gerçekten de, azize ilan edildiği dönemde, kadınlara oy hakkı aktivistleri, kostümlü ve atlı "Jeanne"ları içeren geçit törenleri düzenlediler. Edebiyat bilgini Karyn Z. Sproles, seküler ve feminist Jeanne d'Arc'ın bir örneğine odaklanıyor: ünlü Bloomsbury yazarı, sık sık karşı cinse ait kıyafetler giyen ve Virginia Woolf'un sevgilisi olan Vita Sackville-West'in 1936 tarihli biyografisi. Sproles, Sackville-West'in Jeanne'ın hayatını titizlikle araştırdığını ancak azizeyi kendi bağlamında yorumladığını savunuyor: Jeanne'ı "azize ya da vizyoner olarak değil, erkek olmadan erkek hayatı yaşayan aktif bir kadın" olarak görüyordu. Başka bir deyişle, Jeanne modern, bağımsız kadını altı yüzyıl önce öngörmüştü.
Sproles’a göre, Sackville-West, Jeanne’ın bir savaşçı olarak erkeksi zırh giymesine hayran kalmıştı; Sackville-West'in kendisi de sık sık erkek kıyafetleri giyer ve kendine erkek adı vererek diğer kadınlarla flört eder, dans eder ve onları baştan çıkarırdı. Sproles, biyografisinde Sackville-West'in, Jeanne’ın azizlerin seslerini duyan dini bir figür olarak gücünü gözden kaçırdığını, bunun yerine Jeanne’ın kıyafetine ve androjenliğine odaklandığını savunuyor.
Elbette, Vita Sackville-West, Jeanne d'Arc'tan ilham alan tek seküler feminist değildi. Ancak şimdi, Katolikler Jeanne’ın azizlik ilan edilişinin yüzüncü yılını kutlarken, Jeanne d'Arc’ın kiliseye ya da Fransa’ya ait olmayan birden fazla kimliği olduğu açıktır.
Basit bir soruyla başlayalım. Arkadaşlarınızla bir kafede oturup kahve içerken neler konuşursunuz? Muhtemelen gününüzün nasıl geçtiği, gündem, siyaset, belki biraz da dedikodu…
Hepimiz sosyal varlıklarız ve başkalarıyla etkileşimde olma ihtiyacı duyuyoruz. Duygusal ve sosyal yakınlıklar kurmak için de birbirimizle hikâyelerimizi paylaşıyoruz. Bu yolla kendimizi ...