Parayı Kontrol Edebilir Misiniz?
Ömer Yurttaş

Etrafınıza kısa bir süreliğine bakın. Orada olmasına alıştığınız ve artık farkına varmadığınız neler var? Bunlar fiziki nesneler olmak zorunda da değil. Örneğin ailenizin yanınızda olması gibi unsurları da düşünebilirsiniz. Benzer şekilde bu hafta uzun soluklu olmasını planladığım finans meselelerine giriş yapacak şekilde bir konuyu sizlere aktarmak istiyorum: Para.

Evet, parayı kullanmaya o kadar alışığız ki bizim için artık yok hükmünde gibi. Ondan soyut bir kavrammış gibi bahsedebiliyoruz. Klasik bir önerme vardır ya: “Bir şeyin kıymetini anlamak için onun yokluğunu hayal edin.” Para meselesini de aynı şekilde biraz düşünelim istiyorum. Burada odaklandığım yer paranın sizde var olmaması değil, nosyon olarak yokluğu. Burada da paranın kıymetini anlamak için yapacağımız düşünce deneyinde paranın olmadığı durumda iktisadi hayatımızın nasıl olacağını hayal edelim.

Kenefte Geldi Aklıma: Para Olmasa

Büyük usta ve “Kavuklu” Ferhan Şensoy’un 40 Ambar isimli oyununda söylediği bir şarkı var. Şarkının bir kısmında şöyle sözler geçiyor:

“kenefte geldi aklıma
örneğin mesela
para olmasa para olmasa
kenefte geldi aklıma
büyük abdest beş bine
iki bin küçük abdest
işemek bir yatırım işi”

Paranın olmadığı durumları konuşmak için para olduğu zaman ne işe yarıyor ona bakmamız gerekiyor öncelikle. Para denilen şey esasında bir kolaylık aracıdır. Çok klasik bir şekilde parayı elimizdeki değişim vasıtası olarak tanımlıyoruz. Tarihsel olarak da paranın işlevi temelde bu şekilde süregelmiştir. Eski zamanlarda “barter” sistemi dediğimiz takas usulüyle işler devam ederken bu sistemin yetersizliği ortaya çıktı. Çünkü takas sisteminde sizin ürettiğiniz ve elinizde bulunan ürünler karşılığında işlem yaptığınız ürünün değeri ve kullanım ömrü her zaman uyuşamayabiliyor. Diyelim ki bir ineğiniz var. Siz de bu sermayeniz ile ihtiyaçlarınızı gidermek istiyorsunuz. Örneğin muz almak istiyorsunuz. Pazara gidip sadece muz satan birini bulmanız yeterli değil. Alacağınız muza karşılık süt ya da et almak isteyen birinin olması lazım. Bu zorluğa rağmen elinde süt ya da et karşılığı muz olan birini buldunuz. Bu sefer yeni bir sorunla karşılaşıyorsunuz. Ne kadarlık süt ya da ete karşılık ne kadarlık bir muz alacaksınız? Bu ve benzeri örnekler aslında takas sisteminin zorluklarını anlamamız için yeterli diyebiliriz.

Bu zorluklara insanlar farklı çözümler ürettiler elbette. Bunlar arasında kunduz postu ve kuru mısırın kullanıldığı örnekleri ilk sömürgecilerde görüyoruz. Zaman içerisinde ise bunu da efektif bulmayan insanlar, değerli madenler karşılığında ticaretlerini gerçekleştirdiler. Oradaki değerli maden genelde altın oldu. Altın uzun süre insanların para olarak kullandığı bir araç hâline geldi. Altın ya da diğer madenlerin kullanımı da aslında bizim para dediğimiz şeylere izafi bir değer atfetmek gibi bir gereklilik ortaya çıkardı. Yani belirlenmiş bir ölçüdeki altının kaç tane muza ya da ne kadar ete karşılık geldiğini tespit etmemiz gerekirdi. Tabi bu değerler her zaman sabit de kalmıyor. Millet olarak hepimizin bildiği, oldukça önemli bir konu olan enflasyon meselesine de girmek lazım.

Dünyanın gelmiş geçmiş en zengin kişisinin hikâyesini dinlemek ister misiniz? Bu ismin 14. yüzyılda Batı Afrikalı biri olduğunu söylersem şaşırır mısınız peki? Söz konusu kişi Mansa Musa. Servetinin bugünkü değeri hakkında kesin bir bilgimiz yok. Sadece şu kadarını biliyoruz ki 1324 yılında hacca giderken yanına tonlarca altın alıp yolda sadaka olarak dağıtıyor. 80 deve ile 18 ton altını hacca giderken fakirlere dağıtınca Kahire’de ciddi bir enflasyon baş gösteriyor. Bu sebeple yıllarca Kahire ekonomisinin düzelmediği söylenir. Musa, enflasyonu düzeltmek için dönüş yolunda dağıttığı altınların bir kısmını kendisi satın aldıysa da altın, orada senelerce eski değerine dönemiyor.

Fiat paranın ortaya çıkışı ve günümüz parası

Fiziksel bir meta tarafından desteklenmesi gerekmeyen para olarak tanımlayabileceğimiz bu çeşit para artık günümüzdeki paralardır diyebiliriz. Büyüyen bir ekonomi, görünüşe göre kendisi ve diğer ekonomiler için değerli olan başka şeyler üretmeyi başarıyor. Ekonomi ne kadar güçlüyse, parası o kadar güçlü algılanır (ve aranır) ve bunun tersi de geçerlidir. Ancak insanların algıları, insanların istediği ürün ve hizmetleri üretebilen bir ekonomi ile desteklenmelidir. Bu da aslında günümüzdeki paraların geçerli olup olmadığını anlatan en önemli hususların başında gelir. Örneğin bir ürün almak istiyorsunuz. Elinizde ne kadar Türk parası olursa olsun fark etmez, zira bu ticaretinizi devam ettirebilmeniz için onun karşılığı Amerikan dolarınızın olması gerekir. Buna çok güzel bir örneği G.O.R.A. filminde görmüştük. Esaretten kurtulan Arif ve arkadaşları araç kiralamak için 100 Amerikan doları verdiklerinde cevap olarak “Sen git bununla ciklet al” cümlesini işitiyorlar ve Arif bu sefer 20 TL çıkarıp veriyordu. Aldığı cevap ise “Türk parası olur,” idi. Az önce anlattığım itibari ve geçerli para meselesi tam olarak bu sahnede bizlerin karşısına çıkmış oluyor.

Bugün, paranın değeri, enflasyon tarafından dikte edildiği gibi, yalnızca satın alma gücü tarafından belirlenir. Bu nedenle, sadece yeni para basmak bir ülke için zenginlik yaratmayacaktır. Para, gerçek, somut şeyler, onlara olan arzumuz ve neyin değerli olduğuna olan soyut inancımız arasındaki bir tür “sürekli etkileşim” tarafından yaratılır. Para, onu istediğimiz için değerlidir, ancak onu yalnızca bize istenen bir ürün veya hizmeti alabileceği için istiyoruz. Tam da bu nedenle Sayın Ekonomi Bakanı’nın ekonomi ile ilgili söylediği sözler çok da yanlış değildi. Sadece bunların altının doldurulması gerekliydi.

Parayı kontrol edemezsiniz!

Parayla alakalı sorunlarımızın olduğu bir gerçek, bunu kabul ediyoruz. Bu sorunu ne zaman fark ettik? Para elimizden bir anda uçup gitti ve derler ya; dımdızlak ortada kaldık. Bu paranın bir anda öyle kopup giden bir meta olmadığını az çok biliyoruz. Paraların neden gittiğini yine enflasyon-faiz ilişkisi ile ilgili geniş bir yazıda ele alabiliriz elbette ama burada dikkat çekmek istediğim bir husus var. Günümüzde parayı kontrol edemezsiniz. Paradan kastettiğim şey doğrudan kapital dediğimiz büyük paradır. Siz her ne kadar kontrol koyarsanız koyun, günümüz şartlarında bir şekilde o kontrolden kaçılır ve işlemler devam eder. Gelin, bununla alakalı küçük bir ABD ziyareti yapıp gelelim.

ABD’de yapılan bir araştırma var. Ceza ve tutukevlerinde sigara karaborsasının nasıl işlediği gözlemlenmiş. Araştırmada, sigara talebinin ve bulunabilirliğinin benzersiz bir karaborsa türü yarattığı ortaya koyulmuş. ABD cezaevlerinde sigara üzerinden bir karaborsa yaratılıyor. Sigara içeriye kaçak olarak kolay bir şekilde sokulabildiği için içerideki malların fiyatları sigaraya endekslenmiş durumda. Benzer durumu Esaretin Bedeli filminde de görüyoruz aslında. Hatırlarsınız orada da insanlar kumarı bile sigara üzerinden oynuyorlardı. Yapılan araştırmada da fiyatların belirli mallar için değiştiğini ve bir somun ekmek için 40 sigara veya bir çikolata için 15 sigara gibi sigara sayısıyla ifade edildiğini görüyoruz.

Çeşitli hizmetler ve takaslar için ödeme olarak bir paket sigara kullanılıyor. Örneğin, hapishane berberini ziyaret etmek, istenen saç kesimini sağlamak için bazen bahşiş olarak bir paket sigara gerektiriyor. Bazı tesislerde, çamaşırlarının düzgün şekilde katlanmasını isteyen mahkûmlar, yıkanan her çamaşır yükü için çamaşırcıya bir paket sigara bahşiş vermek zorunda kalıyor. Bazı durumlarda, bahşiş vermeyen mahkûmlar sadece kötü katlanmış kıyafetleri almakla kalmayıp, aynı zamanda eşyaları “devlet yıkamasına” tabi tutuluyor, yani bir çamaşırcı bir mahkûmun kıyafetlerini çamaşır torbasından hiç çıkarmadan yıkıyor ve kurutuyor. Bu durumda da giysiler hâlâ kirli ve buruşuk kalıyor.

Aynı araştırma içerisinde sigara karaborsasının çeşitli yönleri anlatılırken tütünün elde edilmesi, tesise kaçak olarak sokulması ve içerideki dolaşım detaylarına yer veriliyor. Burada önemli olan hususların başında bu kaçakçılık ve karaborsa işinin kilit noktalarından biri dışarı ile ilişkileri sağlayan oradaki çalışanlar. Dolayısıyla “hırsız içeride olduktan sonra kapı kilit tutmaz” deyimini de bu bilimsel araştırma tekrar gözümüzün önüne getirmiş oldu.

Kurları baskılamaya devam edebilir miyiz?

Varmak istediğim noktaya gelecek olursak döviz anlamında Türkiye ciddi anlamda kritik bir noktada. Bununla alakalı 2018 yılından bu yana çeşitli politikalar ortaya konmaya çalışıldı ve birçoğuna devam ediliyor. Kambiyo vergisi ile başlayan serüven KKM (Kur Korumalı Mevduat) ile sürdürülüyor. Bunun yanında bir de ilan edilmemiş ciddi bir kur kontrol yöntemi izleniyor anladığımız kadarıyla. Serbest piyasada USD kuru 19,5 TL iken bankalar her ne hikmetse virgülden sonraki üçüncü basamaklar farklı olmak kaydıyla 20,6 TL olarak satış yapıyordu. Eski bir bankacı olarak bunun ne demek olduğunu ben gayet iyi biliyorum. Normal şartlar altında serbest piyasadan kur veren kurumlar vardır. Bankalar da kendi politikalarına göre üzerine marjlar koyarak çeşitli kurlar üretirler. Net ifade etmek gerekirse bütün bankaların her ne hikmetse aynı kuru üretmesi mümkün değildir. Normalde böyle makaslar piyasaların kapalı olduğu günler uygulanır.

Şimdi gelelim ABD hapishanelerindeki durum ile Türkiye’deki bu kambiyo rejimini konuşalım. Siz eğer bu şekilde kontrol sağlamak isterseniz insanlar bir şekilde yolunu bulup kendi piyasasını oluşturur. Nitekim Kapalıçarşı piyasasındaki kurların uzun zamandır piyasadan farklılaştığını biliyoruz. Bu tarz alternatif piyasaların oluşması bir ülke ekonomisi için iyi değildir. Dolayısıyla siz geçici çözümler ve baskı ile döviz ya da herhangi başka bir malın fiyatını belirleyemezsiniz. Bunu yaptığınız takdirde kayıt dışı ekonomi denilen şey büyür ki bunu da hiçbir ülke istemez.