Alkol ve uyuşturucu bağımlılıklarında “en umut verici” çözüm: Ozempic
Sahra Bozkurt
12 Mart 2024

Sigarayı bırakmak, bağımlılık haline gelen alkolden uzaklaşmak, aşırı yemeyi durdurmak ve sağlıklı bir hayata adım atmak beyinlerinin içinde onları sürekli dürten sesler olan kimse için kolay değil. Ancak bilim, Ozempic ve muadillerinin kontrol altına alınamayan bu dürtüsel sesleri kısacağına inanıyor.

Ozempic, önce diyabette, ardından kilo vermede kullanılmak üzere onaylandı ve popülaritesi giderek artıyor. ABD'de klinisyenler 2022 yılında bu ilaçlar için 9 milyondan fazla reçete yazdı. İlk kullanım alanları, potansiyel olarak çok daha büyük olan yeni bir hikayenin de parçası. Ozempic’in uyuşturucu ve alkol bağımlılığı için de kullanılabileceğine dair henüz erken de olsa bir umut mevcut. Ayrıca kilo verme ve yeme bozuklukları için de kullanılabileceği düşünülüyor.

Ne istediğimiz ve ne istemediğimiz genellikle kontrolümüzde değildir. Ozempic, beynin isteme sisteminin derinliklerine dokunuyor. Peki istemek nedir?

Michigan Üniversitesi'nde nörobilimci olan Kent Berridge, "Bu sizin dünya barışı arzunuz değil" diyor. "Bu benim egzersiz yapma ya da kilo verme arzum da değil." Berridge bunların "gerçek arzular" olduğunu belirtiyor. Ancak beyindeki dopamin sistemi tarafından kolaylaştırılan türden bir davranışın arkasında değiller. "Size bu tür bir dürtü vermiyorlar."

Şöyle bir senaryo hayal edin; Bir arkadaşınızın evinde kanepedesiniz. Önünüzde bir kase yer fıstığı var. Çok heyecan verici bir atıştırmalık değil. Ve siz de o kadar aç değilsiniz. Ama bir anlık kıpırdanmayla bir fıstık alıyorsunuz. Birkaç dakika geçiyor. Bir tane daha alıyorsunuz. Ve sonra bir tane daha. Fıstığı seviyor musunuz ki? Akşam yemeği servis edildiğinde daha fazla ve fıstıktan daha lezzetli yiyeceklerin sofraya geleceğini biliyorsunuz. Fıstığı gerçekten yemek istemiyorsunuz, ama şimdiden kâsenin yarısı gitti. Yine de içinizde bir şey var, sözsüz ve gürültüsüz şekilde sizi durmaksızın daha fazlasına ulaşmaya zorluyor.

Bu istemektir.

Virginia Tech'te beslenme nörobilimcisi olan Alexandra DiFeliceantonio, yiyecek konusunda, bilinçli bir seçim nedeniyle belirli bir yiyeceği arayabileceğinizi söylüyor. Örnek olarak "Sanırım bunu isteyeceğim çünkü sağlıklı beslenmeye çalışıyorum" diyor. Ya da yiyeceğin lezzetini, dokusunu veya çağrıştırdığı anıları sevebiliriz.

Ancak muhtemelen beynin ödül sistemini eğiten bilinçsiz süreçler de devam ediyor. Örneğin, bağırsaklarımızı beynimize bağlayan bir sinir sistemi yolu olduğu ve bu yolun beynin ödül sistemine yiyeceklerin besin içeriği hakkında bilgi vererek yiyeceklere karşı bir istek yarattığı varsayılıyor. Neden fıstığa uzanıyorsunuz? Kendinize "Sadece kendimi kıpır kıpır hissediyorum" gibi bir hikaye anlatabilirsiniz. Ama belki de bunun nedeni, istek sisteminizin kuruyemişleri çok fazla besleyici kalori ile ilişkilendirmeyi öğrenmiş olmasıdır.

Mezolimbik sistemimiz, beyinde dopamin tarafından kolaylaştırılan ödül yolunun bir tezahürüdür. Zaman içinde kararlarımızı etkilemek üzere eğitilmiş bir sistemdir. Sizi yer fıstığına ve aynı zamanda sonsuz TikTok veya Instagram reels videoları arasında gezinmek gibi başka şeylere doğru iten sistemdir.

Leyton'ın kokain deneyi, istemenin hoşlanmakla aynı şey olmadığını göstererek, istemeyi tanımlamanın sezgisel olmayan bir başka önemli yolunu vurguluyor.

Bağımlılık basit anlamda, isteme sisteminin en aşırı tezahürüdür. Ulusal Uyuşturucu Bağımlılığı Enstitüsü'nde bağımlılık davranışları üzerine çalışan doktor-bilim insanı Mehdi Farokhnia, "Bağımlılık genellikle hoşlanma ile başlar" diyor. Bir uyuşturucuyu keyif verici olduğu için kullanıyorsunuz, hoşunuza gidiyor. Ancak bağımlılık ilerledikçe, "bu hoşlanma yönü azalır." Bağımlılığınızdan nefret edebilirsiniz ama yine de bağımlısınızdır.

Leyton’ın kokain deneyi

McGill Üniversitesi’nden Marco Leyton'ın kokain deneyi, istemenin hoşlanmakla aynı şey olmadığını göstererek, istemeyi tanımlamanın sezgisel olmayan bir başka önemli yolunu vurguluyor.

Leyton, uyuşturucu kullanan bazı kişilere yerel bir gazete ilanıyla ulaştı. 8 katılımcıya içinde; bir ayna, bir tıraş bıçağı, bir pipet ve içinde 3,0 mg/kg kokain hidroklorür bulunan bir torbadan oluşan gereçler sunuldu.

Bu deney daha çok kemirgenlerin test edildiği bir alanda nispeten nadir bir insan deneyi olduğu için kayda değerdir.

Herhangi bir günde, katılımcıların yarısına rastgele olarak, vücudunuzun nörotransmitter dopamin üretmesine yardım eden ve önemli bir amino asit olan fenilalanin adlı önemli bir bileşenin eksik olduğu bir karışım verildi. Fenilalanin aynı zamanda beyniniz tatlı bir ikram ya da kokain gibi bir ödül beklerken salgılanan kimyasal.

İçeceklerini içtikten sonra katılımcılara kokain kullanmaları söylendi. Ancak dikkat çekici bir şekilde, fenilalanin içermeyen içecek günlerinde, Leyton "kokaine olan isteklerinin azaldığını" söylüyor. Katılımcıların kokain almakla daha az ilgilendikleri belirtildi. Ayrıca içeceğin, kokainin daha fazla arzu üretme durumunu azalttığı da aktarıldı.

Ancak Leyton, uyuşturucunun neden olduğu öfori üzerinde hiçbir etkisi olmadığını da ekliyor. Başka bir deyişle, katılımcılar kokaini hâlâ seviyorlardı. Sadece o kadar çok istemiyorlardı. Peki, fenilalanin içermeyen bu içecek neden bağımlılığın, aşırı yemenin ve benzer zorlayıcı tüketim sorunlarının cevabı olamıyor?

Öncelikle pratik olmadığı için. Fenilalanin hemen hemen tüm proteinli gıda kaynaklarında bulunmakta. Yani bir kişi hayatı boyunca sadece laboratuvarda üretilmiş özel karışımlar tüketmek istemiyorsa, bu işe yarar bir yöntem değil.

Ama aynı zamanda Leyton bunun herhangi bir şey yapma motivasyonunu da azaltacağını düşünüyor. Leyton, "Yani şimdi tüm dünya bir tür boşluğa dönüşüyor," diyor. Peki bu ne kadar eğlenceli?

Leyton, dopamin azaltma deneyini başka uyuşturucularla, "alkolle, tütünle" tekrarladığını söylüyor. İnsanları düşük dopamin durumuna soktuğunda, sadece uyuşturucularını daha az arzuladıklarını söylemekle kalmıyor, aynı zamanda uyuşturucuyu elde etmeleri için verilen basit bir görev için çalışmaya da daha az istekli oluyorlar.

Hatta profesör, bu çalışmanın bir versiyonunu parayla da yaptı. "Bu bir uyuşturucu değil," diyor, "lezzetli bile değil!" Ancak Leyton onları düşük dopamin durumuna soktuğunda, katılımcılar "5 dolarlık banknotlar elde etme çabasını sürdürmeye daha az istekli oldular."

Ve dopamin azaltıcı protein karışımıyla yapılan tüm bu deneylerde aynı örüntü ortaya çıktı. Leyton, "Zevk aynı olsa bile, ödül arama motivasyonu azaldı" diyor. "Alkolün tadı hâlâ lezzetli" diyor. “Sigaralar her zamanki gibi keyifli. Cebinizdeki fazladan para hâlâ harika.”

Bağımlılık, istek beyninin bir başka sırrını daha ortaya çıkarır: İstediğimiz şey her zaman fizyolojik bir ihtiyacı yansıtmaz.

Bunun yerine, istek sistemi fizyolojik ihtiyaçlarımızı öngörür ve önler. Ancak kolayca aşabilir, hatta görünüşte sebepsiz hedefler seçebilir. Örneğin, bazen beyinleri dopamin üretmekte zorlanan Parkinson hastaları sıklıkla dopamin replasman tedavisi görürler. Bu tedavilerde tuhaf yan etkiler ortaya çıkabilir. Bazen, istek sistemleri yoğun bir şekilde seks, aşırı yeme, kumar veya alışverişe odaklanır. Berridge, "Sanki bir bağımlılık gelişmiş gibi" diyor.

Ozempic kullananlarda alkol ya da uyuşturucu kullanma isteklerini tamamen ya da neredeyse tamamen kaybettiklerine dair raporlar yer alıyor. İlaçların kompulsif davranışları ince yollarla değiştirdiğine dair anekdot niteliğinde raporlar artıyor ve kullanıcıların tırnak yeme, cilt yolma gibi alışkanlıklarını bıraktıklarına dair çıkarımlar da mevcut.

Alkol ve nikotin de dahil olmak üzere çeşitli maddeler için insanlarda daha fazla klinik deney devam ediyor. Bu alandaki bilim insanları, bu ilaçların çığır açabileceğini ve en umut verici ilaçlar olduklarını aktarıyor fakat dikkatli olunmasını istiyorlar.

Yeme bozuklukları için de umut ışığı

Araştırmalar sürekli olarak diyet ve egzersizin pratikte kilo yönetimi için etkisiz çözümler olduğunu ortaya koymaktadır. Bu diyet ve egzersiz işe yaramıyor demek değildir. Başarı öyküleri var. Ancak, diyet ve egzersizin etkinliğini tek başına bir kilo verme reçetesi olarak değerlendirecek olursanız, pek çok insana yardımcı olmadıklarını görürsünüz.

İnsanlar davranışlarını kontrol altına almak için özdenetim uyguladıklarında, bilinçli beyinlerini bilinçsiz beyinlerine karşı kullanmak için savaşırlar. Bu hiçbir zaman adil bir mücadele olmamıştır.

Dikkat çekici bir şekilde, Ozempic diğer adıyla GLP-1 ve türevleri oyun alanını düzleştiriyor olabilir. Bu ilaçlara "GLP-1" denmesinin nedeni, Glukagon benzeri peptid-1 adı verilen ve doğal olarak oluşan bir hormonu taklit ediyorlar. 

Öncelikle, kan şekerini düşüren insülini uyarmak için pankreas üzerinde çalışır. Oradan, midenin boşalması için geçen süreyi artırarak tokluk hissine yol açmak da dahil olmak üzere birkaç mekanizma aracılığıyla iştahı bastırır. Ancak söz konusu kilo kaybı olduğunda bu ilaçlar mükemmel değil. Birçok kişi mide bulantısı gibi yan etkilerle mücadele ediyor veya ilerlemelerinin durduğunu görüyor. Şimdiye kadar, GLP-1 ilaçları çoğunlukla diyabet, kalp hastalığı ve obezite olan kişilerde incelendi. 

Her ilaç gibi bu ilaçların da bazı riskleri var. Örneğin tiroid kanseri riskini artırdıkları biliniyor; hamilelik sırasında alınmamalılar ve diyabet hastalarından elde edilen on yılı aşkın güvenlik verilerine rağmen (ki bu veriler bu ilaçların çoğunlukla çok güvenli olduğunu göstermektedir), bilim insanları hâlâ nasıl çalıştıklarını tam olarak anlamış değillerdir.

İstemek ve hoşlanmakla; beynin bildiğimiz bilincin dışında hareket etmesiyle ilgili bu kadar konuştuktan sonra insan düşünmeden edemiyor; bilinçaltından bu kadar etkileniyorsak, ilaçlardan bu kadar etkileniyorsak, bu kimyasal etkileşimlerin toplamından mı ibaretiz?